11 Kasım 2008 Salı

Dövmeli Tulum ister misiniz?



Dainese'nin bu yıl tanıttığı bir konsept var. deri kıyafetlerin üstüne dövme yapıyorlar. Barkın her ne kadar ta İtalya'ya kadar gittiyse de de uçakta çifte rezervasyon olayına girince yetişememişti. Neyse Dainese farklı olacağım diye baya kasmış. Kanguru derisi bir alt zeminin üstüne Lorica (Sidi botlarda falan kullanılan yapay deri) kaplama atıyorlar. Lorica'yı dövme paternine göre oyduktan sonra tabi. Dövmeleri Avusturalya'lı Luca Ionesco diye bir abi hazırlamış. Geleneksel Maori ve Japon dövmeleri işlenmiş derilere. Ancak sınırlı sayıda eşi olmayan dövmeli deri kıyafeti de piayasaya sunacaklarmış. Bu iyi güzel ama asıl numara kişiye özel yapılabilse o zaman olacaktı. Hani ben dövmeciye gidince şöyle bir dövme istiyorum diyebiliyorsam, tulumuma da şu figürden işleyin diyebilmem lazımdı. Bakalım belki onu da yaparlar.



Peki dövmeli tulum, mont falan alır mıyım? Siteye baktım işte bu şahane olmuş diyeceğim bir mal göremedim. Fiyatları da skuter fiyatı gibi olacağından ben biraz daha düz siyah deri montumla yaşayabilirim .

10 Kasım 2008 Pazartesi

Pisti, temizledik




Geçen hafta sonu pist günü vardı. Gittik yine. Bu sefer acaip kalabalıktı. Rutin pist gediklileri haricinde oldukça yeni pist tozu yutmaya hevesli acar genç de gelmişti. Benim motorum daha uzunca süre serviste yatacağı için emanet bir iki motorla elimden geldiğince yeni gelenlere yardımcı olmaya çalıştım.



Lori ilk defa piste çıkıyordu. Acayip heyecanlıydı. Daha piste çıkmadan kalbi 140-150 atıyordu. Ben de ilk defa geldiğimde aynen öyleydim. Bir kere diğer gelenlere bakıyorsun, adamlar kendinden çok emini motosikletleri bu işi yapmak için çok daha uygun ve asıl önemlisi büyük bir rahatlık içinde, ne yapacaklarını iyi bilen bir halleri var. Eh bunları görünce bir şey yapabileceğim varsa da "Ulan en az rezillikle nasıl kaçarım ben buradan" hesapları yapıyordum. Cidden ilk piste çıkıp ta adamlar yanımdan rüzgar şoku yaratacak kadar hızlı geçtiğinde "vay anam babam, bizim daha yiyecek kırk fırın ekmeğimiz var" diye düşünmeye başladım. Bir ara benden azıcık daha hızlı olan birilerini gözden kaybetmemek için cahil cesareti ile gaza asılmaya başladım. Bakın yetişmek için değil, gözden kaybetmemek için. O derece patetik bir hal yani. İşte o aralar ciddi birkaç hata yaptım. Lakin biraz şans, azcık ta CSS'deki eğitimin katkılarıyla büyük yürek hoplantılarıyla o tehlikeleri savuşturdum. Fakat en kötü şey oldu. Kendime güvenimi kaybettim (zaten ne kadar vardı ki?). Tekrar hata yapmayacağım diye iyice kasılmış-taşlaşmış halde sürmeye başladım. Hem yavaş hem tehlikeli. Bu işte kabus senaryo. Zaten sonra zevk almamaya başlıyor insan.

Bir sonraki pist gününde kafamı daha derleyip topladım. Daha sakin davrandım. İlk seanslar geze geze döndüm. Sonrakilerde de kafamı tek noktaya odaklayıp sadece o sorunu çözmeye uğraştım. Çok faydası oldu. Lakin o ilk günkü gerginliği hala tam olarak atabilmiş değilim. Bunun en önemli sebebi sürerken çok şey düşünüyorum hala. Hani klişe karate filmlerinde falan vardır ya, sensei der ki zihnin ile dövüşmelisin diye. Pistte de cidden öyle. kafanda hiçbir şey olmayacak. Oysa benim kafamda en başta bir düşersem neler gelir başıma ile başlayıp, arka amortisörün ayarının doğru olup olmadığı, yanlış ise nerede bir sorun olduğu ile giden bir düşünce kervanı dönüp duruyor. Endişeli hal hemmen kendini belli ediyor zaten. İbne ibneyi hemen tanırmış hesabı, benim gibi gergin süren kim varsa anında anlıyorum sıkıntısını.


Lori ise emanet motosikletle de olsa çok güzel gitti. Her ne kadar ilk seansta gudik Hyosung 250 Comet ile düzlüklerde yetişemesem de, genelde en temel sorunu hiç yaşamıyordu. Rahattı. Tamam deli gibi heyecanlıydı, kararlarından anlaşılıyordu ama kasılma-gerginlik açısından sıkıntılı değildi. Zaten bikaç seans sonra hem ciddi hızlanmış, hem de en güzel hediyeyi almış çocuk gibi neşelenmişti. Bu işin püf noktası temposunu hep konforlu olduğu alanda tutmasında yatıyor.




Bu aslında pist için değil hayatın pek çok noktasında işe yarayan bir öğrenme-gelişme yöntemi. Her tur biraz daha hızlı, ama asla konforlu olmadığın kadar hızlı değil. Zate o konforu bozmadan her gün insan kendi kendine daha da hızlanıyor. Ani gazlamalar bünyede ağır gaz sorunlarına sebep olabiliyor.

6 Kasım 2008 Perşembe

Honda V4


Kasım sayısında Honda'nın V4 inadı isimli bir dosya yayınladık. Honda cidden acaip bir firma. Bir yandan dünyanın en iyi pazar araştırmalarını yapan, kullanıcıların beklentilerini, sektörün nabzını en iyi tutan firmayken bir yandan da bazı konularda burnunun dikine gitmekten geri durmayan bir firma. V4 motor olayı da bu burnunun dikine gitme konusunda iyi bir örnek. Aşırı mühendislik ve emek gücü harcayarak bazı V4 motorlu motosikletlerde başarı yakalamış olsa da genellikle hicran ve hüzün yaşamış bu konuda. Ne olursa olsun yine de MotoGP gibi en üst seviyedeki yarış camiasında V4 ile at koşturmaya devam ediyor. Ducati ve Suzuki de V4 motorlu araçlarla yarışsa bile yarın kare 4 silindir daha iyi denilse o formata geçebilirler. Honda için öyle değil. Atamızın mirası o V4.

VFR800VTEC dışında V4 makineli motosiklet ürün gamında yok yıllardır. VFR800 için de yabancı basında söylenenler hiç iç açıcı değil. Bike BMWF800ST'ye bile dövdürdü VFR'yi. Ben en son 2006 modelini kullandığımda fena değildi. Ancak yenilenen VTEC sistemi ile ileri doğru bir adım atarken motor yazılımının akıcı tepkiler vermemesi yüzünden itin g*tune sokup çıkarılıyor. Artık köhneleşen VFR'nin yerine yeni bir modeli bu yıl bekliyordum açıkçası.

V4 konseptinin arka planında zaten yeni V4'lerin tasarım örneği olduğunu açıklıyorlar. Milano'da da yeni bir V4'lü motosiklet çıkmayınca anlaşılıyor ki yeni model 2010'a kaldı.

Olsun bu yıl DN-01 gelecekmiş ülkemize...

Ona da şükür...

5 Kasım 2008 Çarşamba

Dükkana hoşgeldiniz

2Teker dergisini pek çoğunuz tanıyor eminim. (Tanımayanlar için www.2teker.com.tr)

Dergi ekibi olarak okuyucularımızla iletişim için bir mecra seçmeye çalıştığımız zaman ağırlık forum üzerineydi. 2Teker forumu kurmak kolay ama ilgilenmek ve ilgi çekici hale getirmek zor bir iş olacaktı. Biz de daha kolay okunabilen, daha odaklı bir mecra olan blog'u tercih ettik.

İşin aslı bir dergiyi yayınlarken bizim en çok başımızı ağrıtan şey aklımızdan geçenleri tam olarak yazıya dökememek. Bu aşağı yukarı bütün yayıncılık sektöründe mecbur kalınan bir zorlama. Her şeyi süzerek, eleyerek, temizleyerek kağıda dökmemiz gerekiyor. Bu da asıl hedefimiz olan okuyucu samimiyetinin içine ediyor. İçinden geçeni olduğu gibi -sansürlemeden yazamamak kadar sinir bozucu bir şey yok. Bundan dolayı tüm dergi yazarları için ortak bir platform oluşturup hem motosiklet hem sektör hem de makara açısından özgür bir platform oluşturmamız gerekiyordu. Hem biz içimizde kalanları dökebilelim hem de okuyucu bizim perspektifimizden yaşananların kamera arkasını görebilsin istiyoruz.

Blog'umuzda tamamen kişisel düşüncelerimiz sansürleme zorunluluğu olmadan yer alacak. Yani blog'da yer alan fikirler 2Teker'in değil, yazan kişinin sorumluluğuda.

2teker seven sevmeyen herkesin özgürce yorum yazması bizi çok sevindirecek. Kişisel saldırı-hakaret içermediği sürece hiç bir yoruma da müdahele etmeyeceğiz.

Eğlenceli olacak gibi bu iş...